14 Şubat 2024 Çarşamba

Gitme

Hoşgelişleri olanların
Boş gidişleri olmuyor
Ya aklını ya da yüreğini söküp götürüyorlar izinsiz

Yıl 2024, Uzay Çağımız

Bir simit alayım dedim kendime

Bir cebimden 4 lira, diğerinden 2,5 lira çıktı

Gerisinde kalmışım coşkun ekonominin

Derin bir nefes alayım dedim kendi kendime

Soğuk ayazında boğazın

Boğazım düyümlendi, öksürdüm

Gerisinde kalmışım sağlıklı bedenlerin

Bir tebessüm edeyim dedim sokağın başında beliren ilkokul bebelerine

Birinde boyacı sandığı, diğerinde kağıt toplama torbası

Yüzüm ekşidi, üzüldüm



30 Eylül 2023 Cumartesi

Son nefes

Işıklar sönüyor.

Artık anlamsız yemeler, içmeler...

Kalbim çarpmayacak sevgi yada heyecanla.

Korku, tasa uçup gidiyor benden.

Ne gökteyim ne yerde!

Soluksuzum bilmediğim bir yerde!

Acılar neşeler patlayan sabun köpüğü...

Kalbim çarpmayacak artık!

Ama yinede sensiz ölemem!

24 Eylül 2020 Perşembe

gitme

gökyüzü gök idi senden evvel

gökte kalır senden sonra

gidersen eksilir mi sandın mutluluk

ama yinede gitme



3 Mart 2015 Salı

Nida



Dediler ki falda görülmüş
Etrafım hep paralarla örülmüş
Yakınmış bitişi kederin, sefaletin
Olacakmışım ben parayla metin
Dünya malım olsa neyleyim
Bir hurinin Nida'sıdır beklediğim

23 Şubat 2015 Pazartesi

Kardelen

sende bir koku var

gülden, menekşeden yukarı

sende bir koku var

laleden sümbülden öteye

sende bir koku var

sanki baharda açan kır çiçeği

sende bir koku var

kışın kardan çıkan kardelen

kokusunu vermek için deldi

buz gibi yüreğimi




9 Şubat 2015 Pazartesi

Portremin Sahibine

Bir portre çizdim bundan yıllar yıllar evvel
Ve bir terazinin bir kefesine koydum onu
Gelenler, gidenler hep onunla kıyaslandılar
Nelerinin eksik yada fazla olduğunu bilmeden gitti çoğu
Bir portre çizdim ve terazinin kefesine koydum onu
Yeri oldu ben bile tarttım kendimi
Çok mu ağır oldu merak ettim doğrusu
Bu kadarı fazla mıdır bana diye
Öyle bir portre çizdim ve terazinin kefesine koydum ki
Yıllar geçti hiç hafif kaldığı olmadı
Dengeleyemedi hiç kimse bu portreyi
Usulca kimi zaman ve kimi zaman hiddetle indiler kefeden
Bir portre çizdim ve terazinin kefesine koydum onu
Umutsuzluğa sürükleyen bir portre
Gelmez boşuna bekleme diyen çakır gözlü bir portre
Sarı kara bir portre
Bir isim vermeliydim bu portreye
Farklı olmalıydı kendi gibi
Özündeki ve yüzündeki farkı yansıtan bir isim
Leyla olmazdı klasik, şirin fena değildi aslında
Derken
Çınlattı kulaklarımı
Bir ses, bir Nida...

15 Ekim 2014 Çarşamba

FOLK YAŞAMAK!

Folk nedir?

Bu başlık altında herhangi bir arama motoruna giriş yaptığınız zaman karşınıza çıkacak açıklayıcılar şu şekilde olacaktır: (i). halk, ahali; kavim; millet; (çoğ). insanlar, kimseler; (çoğ)., (k).dili akraba, aile, ana baba. folk dance halk oyunu. folk literature halk edebiyatı. folklore (i). halkın malı olan gelenek, inanç, âdet, atasözü ve masallar; folklor... Yani işin özü folk kültür ile doğrudan ilişkilidir, kültürün kendisidir.

Folk türleri nelerdir?

Aslında yukarıda yaptığımız tanımlamada geçen her bir öge aşağı yukarı folkun bir türüdür. Folk dans, folk müzik bunlar diğerlerine nazaran daha sık duyduğumuz türleridir; ki örnekleri de videolardadır.
Folk Dans
Folk Müzik (Bu bizden olsun)

Bunlar hemen hemen toplumun her kesimi tarafından bilinen klasik folk türleridir. Ve hepimiz tarafından severek dinlenir, izlenirler. Şahsi olarak fikir belirtmem gerekirse ben bilhassa Kelt Folk Müziği ve Altaik Folk Danslarını çok severim. 

Eğer bu adam neden bahsediyor diye merak ediyor iseniz sizlere mevzu bahis türlerden bir kaç örnek isim sunabilirim. Kelt Folk Müziği için tavsiye edeceğim birçok isim var ancak en çok bilinen bir kaç sanatkarı sıralamak istiyorum. En başta Loreena Mckennitt ki kendisini liseden resim öğretmenim Füsunkar ÖZSOYDAN aracılığı ile tek taraflı tanıma şansı elde ettim. Türkiye folkunu oldukça beğenen, yakından takip eden ve zaman zamanda ülkemize turistik seyahatlerde bulunan bir sanatçıdır. İnternette sanatçıyla ilgili bir videoyu izlerken altına yazılmış olan "Kanada'nın Belkıs Akkalesi" yorumuna hem çok güldüğümü hemde hak verdiğimi hatırlarım. İkinci olarak birkaç müzisyen kadından oluşan Celtic Woman grubunu dinlemenizi tavsiye ederim. Gel gelelim Altaik Danslara; Altaik Danslar bildiğimiz Kafkas Danslarıdır. Yörenin hemen hemen bütün milletlerinde benzerlikler gösterse de özellikle Çerkez halklarına ait danslar görsel açıdan daha zengindir. Altaik Dans örneği Bkz. http://www.youtube.com/watch?v=NdtwW5rYGLo

Bunların hepsini daha önce görmüş veya dinlemiş olabilirsiniz. Peki Folk Resim diye bir kavram duydunuz mu? Demek istediğim şeyi görsel olarak açıklayayım!



Bunun gibi!


Ya da bunun gibi!


Yanlış hatırlamıyorsam 2011'in Mart ayında henüz üniversite eğitimini tamamlamak için çalışan bizden birini Kadir AKYOL'u o dönemler Türkiye'de gönüllü olarak çalışan, kadınlara yardım eden Letonyalı arkadaşım Anete aracılığı ile tanıdım. Ne kadar sıradışı geliyor insana değil mi? Türk bir ressamı Letonyalı birisi tanıştırıyor. Henüz sergi ve benzeri aktivitelere bugüne nazaran sıkça katılmayan Kadir AKYOL Mersin'de sıradan belkide varoş diye tabir edebileceğiniz türden bir mahallede, depoyu andıran mini bir atölyede çalışıyordu. Varoş diye nitelendirmeme kendisi ve sizler sakın kızmayın, amacım küçümsemek değildi. Zira benim de yaşantımın çoğu bu mahallelerde geçti. Belkide folku bu kadar sevmemin sebebi de oradan gelir. Çünkü toplumda folkun, folklörün hallice yaşandığı daracık sokaklardır buralar. O gün bugündür kendisini ve başarılarını yakından takip ederim. Ulusal ve uluslararası birçok organizasyonda yer aldı ve çeşitli ödüller kazandı. Şüphesiz sanatçı sanatı kazanmak için icra etmez, ödüller beğenenlerin bir takdiri olmaktan öteye gitmez ve gitmemelidir. Alçak gönlü ve muazzam hoşgörüsü ile Kadir AKYOL'un da aynı düşünce yapısına sahip olduğundan kuşkum yok.

Yukarıda örnek olarak verdiğim resimler sizlere kısaca tanıttığım Kadir AKYOL'un eserlerinden bazılarıdır. Eğer bir sanatkar gözüyle baksaydım nasıl değerlendirirdim bilemem ama bir sanat sever olarak fazlasıyla folka uygun olduklarını söylemek hata olmaz. Resimleri detaylı şekilde incelediğiniz zaman onları folka uygun kılan tek şeyin karakterler olmadığını anlayacaksınız. Kullandığı ögeleri ele alırsak bugün popüleritesini giderek kaybeden ancak ananelerimizin, annelerimizin gerek çeyizlerinin gerek eşyalarının en önemli aksesuarı olan dantel işlemeleri ilk sıraya koymamız gerekir. Ki bence folk resim örneği olarak kabul etmemizi tetikleyen en önemli unsurda budur. İmgeler fazlasıyla kültürel, fazlasıyla folk... Bu tarzı sanatçının hem yerelde hem yurt dışında tanınmasını sağladı.

Sanatta eseri ve sanatçıyı değerli kılan en önemli unsur özgünlüktür. Kadir AKYOL bu özgünlüğü kendine has üslubu ile hem modern ögeleri hem kültürel değerleri bir araya getirerek yakalamıştır. Bunları yaparak benim için folk paint, folk art ya da folk resim diye nitelendirdiğim sanatın en güzel örneklerini vermiştir.

Sanatçının diğer eserlerine ve kişisel bilgilerine ulaşmak için http://kadirakyol.blogspot.com.tr/ linkine tıklayınız.

12 Ekim 2014 Pazar

Kadınlar! Sevdiklerim!


ister eşim olsun
ister yoldaşım
isterse kardeşim olsun
yeter ki çevremde böyle kadınlar olsun
kadınlar, sevdiklerim...


25 Eylül 2014 Perşembe

Ölürken Birleştirenler!




İnsanın mükemmel kalabalıkta bir kitleyi ırk, din, dil, renk ayrımı yapmaksızın bir araya getirmesi ne güzel bir şeydir. Genelde toplumda bu tarz aksiyonları tetikleyen kişiler eylemlerinin evvelinde zaten hali hazırda iyi bir şöhrete sahiplerdi. Ancak malum dünyamızda ve bilhassa ülkemizde buna şahit olma şansına erişememiştik. Her ne kadar yüreğimi burkan bir şans olsa da ben ona eriştim.

Mersin’de trafik terörü bir can aldı ki hem de nasıl bir can. Ne gerçek cananı olan anası doya bilmişti bu cana, ne de bu can doya bilmişti bir canana. Gencecik Mehmet, anasının sağ ve sağlam eline kınasını yakamadığı Mehmet çileli bir sürecin ardından vefat etti. Empatiler kurardım bundan evvelde bu nasıl acıdır diye, koyamadım anasının yerine kendimi. O ana ki yılını doldurmamıştı hayat arkadaşının ölümü, o ana ki ayakta tutan üç direğinden ikisi yıkılmıştı.

Bir merasimde tanıştım ben Mehmet’le, cenaze merasiminde, toprağa girerken selamladı beni. Öyle bir merasimdi ki arabı, kürdü, türkü, dinlisi, dinsizi, alevisi, sünnisi, Ayşesi, Fatması, Ahmeti, ve adaşları Mehmeti oradaydı. Kısacası değerli olan tek şey oradaydı, İnsanlık! Mehmet’e Mevlana’nın çağrısıyla koşmuştu herkes. Kimi nur içinde yatsın dedi kimi ışıklar içinde… Dilekler hep iyi ve güzel... Zira İnsanlık güzel, olmalı.


Ve yine tekrarlıyorum; insanın mükemmel kalabalıkta bir kitleyi ırk, din, dil, renk ayrımı yapmaksızın bir araya getirmesi ne güzel bir şeydir. Kötü olan bunu kendisinin göremeyişi… Umarım duymuştur Mehmet, ay gibi çocuk o güzel nurlu ve ışıklı duaları.

Mehmet Deniz Sınar'ın anısına...

9 Eylül 2014 Salı

Merak İşte!



İslamiyette, Hristiyanlıkta ve Yahudilikte varlığı kabul edilen ve dünyaya gönderilen ilk insan olarak bilinen Hz. Adem bir Afrikalı mıydı? İster dini inançları benimsemiş biri olarak Hz. Adem’in varlığını kabul edin, ister Darwin’in evrim teorisine inanın, tarihte yatan bu gerçeği hiçbiriniz inkar edemezsiniz. İlk insanlar olarak kabul ettiğimiz atalarımız Afrikalı ve siyah insanlardı. Çoğu kişi buna inanmak istemeyebilir. Bunu ırkçı bir yaklaşım olarak algılamayın. Bu Kızılderililerin deyimiyle tamamen bugün var olan bunca soluk benizli ile alakalıdır. Yani aklınıza şu soru gelecektir: Madem atalarımız koyu benizli neden bugün soluk benizliler bu kadar fazla? Madem bir evrim süreci içerisindeyiz neden Afrikalılar halen daha koyu benizli? Evrim sadece belli bir kesimi mi etkiliyor?


Yeryüzünde bundan binlerce yıl önce ortaya çıkan ilk insanlar olarak adlandırdığımız guruplar bugün Kuzey Afrika diye bilinen bölge ve biraz daha iç kesimlerde yaşadılar. Bugünkü insanlar gibi bulundukları yeri ne cennete nede cehenneme çevirebilme bilgisine sahip değillerdi. Tarımı bilmiyorlardı, sanayiyi bilmiyorlardı. Onlar göçebe ve toplayıcı idiler. Zamanla bu iki niteliklerinin yanına avcılığı da eklediler. Yani üretmeyi bilmeyen sadece tüketen bir topluluktu bunlar. Sürekli tüketen toplayıcı ya da avcı bir topluluğun aynı bölgede kalması beklenemezdi. Onlarda durmadılar zaten ve daha kuzeye doğru yol almaya başladılar. Belli bir kesimi bugün Avrupa dediğimiz kıtanın içlerine kadar gitti. Geri dönmediler tabi. Zira el değmemiş zengin topraklarıyla bütün Anadolu ve Avrupa önlerinde seriliydi. Acaba gerçekten el değmemiş miydi? Peki farklı iklime göç eden bu insanların torunlarını o zaman geride bıraktıklarının torunlarından bu kadar farklı kılan sadece iklim olabilir mi?

Çevirilerimden Balzac "Papatya"




La Marguerite
Kayıp ilüzyonlardan
Honore de Balzac

Papatya, ben en güzeliydim
Yemyeşil çimleri süsleyen çiçeklerin
Şükür ki sadece güzellikti sualim
Günlerin ebedi şafağındaydı gururum

Heyhat!
Tüm arzularıma rağmen
Heyhat!
Üzerimde ölümcül berraklığı ile yine bir erdem
Gerçekliğin hediyelerine mahkûm etti kaderim
Acılar içinde ölüyorum: bu sessizlik ölümcül

Artık susamıyor, daha fazla duramıyorum yerimde
Hele aşka da bakın
 İki kelimeyle soruyor yarınları
Merakla parçalayıp yapraklarımı

Asla pişman olmadan atılan tek çiçek, işte o benim
Yüzümden koparılan taç yapraklarım
Ah sırrımı verince ayaklar altına alınan zavallı yapraklarım


Honore de Balzac

29 Mayıs 2014 Perşembe

Doğa senin değil, sen doğanın bir parçasısın!


Son Irmak Kuruduğunda,
Son Ağaç Kesildiğinde,
Son Balık Tutulduğunda,
İnsanoğlu Paranın Yenmeyecek Bir Şey Olduğunu Anlayacaktır...!

Kızılderili Atasözü

23 Nisan 2014 Çarşamba

İstifa

Kimi yeni takmış kravatını
Heyecanla koşturuyor otobüs ardından
Geç kalmamalı ilk gününde işinin

Kimi gülerek, rahat çıkıyor ofisten
Elinde kravatı, en yakın çöp kutusuna kadar
Yarın tıraş derdi yok, istifa

Kimi aylardır geziyor orada burada şurada
Aramaklı bağlamak içi ayak bağını bir kazığa
Yeri gelir oturur üstüne kimin umurunda

Kimi vermiş ilanını bir eşek aranıyor diye
Çok şeyde istemiyor aslında
50 bin kazandır bin lirası senin olsun

Çalışanın sırtına binilen kapitalist sistemlere ve onların kan emici baronlarına meydan okuyan tüm güzel insanlara sarılmak, kendimi güvende hissetmek istiyorum.

I've heard there was a secret chord
That Can played, and it pleased the Lord
But you don't really care for music, do you?

İzle: 

20 Nisan 2014 Pazar

aklımdasın




Yeri oldu
İzmir'de yalnız başına içen bir postane memuruydum
Sahilde
Uzaktaydım tüm tanımış olduklarımdan
Elimde bir bira şişesi, ağzımda cigaram
Saçlarımda ılık esen imbat
Gözümde yakamozları denizin
Kulağımda melodisi meyhanelerin
Aklımda sen

Yeri oldu
Çukurova’da pamuk tarlasında bir ırgat
Önümde çapalanmayı bekleyen uçsuz bucaksız tarla
Ellerim yaralı, nasırım patlamış
Tepemde dudak çatlatan güneşi
Gözümde kuruyan yaş
Aklımda sen

Yeri oldu
İstanbul’da milyonların içinde ben
Üstümde ne bir ipek gömleğim yoktu!
Ne de altımda arabam
Kulağımda nahoş kahkahalarıyla kadınlar
Sevemediklerim
Aklımda sen

gece




Başlangıçta bitap bir karanlık
Söndürüyor ışıklarını ağır ağır
Sarı kızıl ufukta güneş
Habercisi muhteşem gecenin

Gündüz yalancılar ortalık
Gündüz yükseliyor sahte kahkaha
Gündüz kaba, gündüz taşralı

Gece sessizlik, gece kibar
Ve gece uzak gereksiz sözlerden
Gece kamçılanıyor gerçekçi duygular
Ortaya çıkıyor kardeşliklerim, aşıklıklarım
Gündüz sesini duyamadığım şarkı
Gece evde, gece sokakta ve havada
Gece ritimli kalp atışlarım

Gündüz sevimsiz ama
İnan gece her şey bir başka ben

"Geceye nazır bir balkon köşesinde tüttürülen sigaranın verdiği ilhamı kim verebilir!"

17 Nisan 2014 Perşembe

son fasıl




Yüzüm asık
Limonlu salata...
Çal bana dingin bir müzik
Son kadehteki rakıdan evvel...
Gönlüm dargın
Midem tabakta turşu
Ekşi...
Başım dönüyor
Çal bana bir name

Kadehteki buzlar erimeden evvel...

3 Ocak 2014 Cuma

Yıkımı yıkın


ısı güdümlü füzelerden ise

savaşa

aşk güdümlü yürekler besleyin

sevgiye

söyleyebilir mi birileri bunu

diktatörlere

ne olduğunu öğretebilecek bir yürek var mı

insan olmanın

köleleştirdiğini bildirebilecek bir tek kalp var mı

faşizmin, raşizmin ve hatta kapitalizmin

neresi kötüdür bilen varsa söylesin

sosyalizmin

"Bugün ABD lazer yakıcı nitelikte bir silah geliştirdiğini duyurdu dünyaya, yancısı İsrail geri kalmadı tabi, onlarda 184 km menzilli ses hızının 9 katı hızında hareket eden yeni bir füze yaptılar. Dünya barışı içinmiş tüm çabalar! Çocuğuna savaşmayı değil sevmeyi öğret!"

16 Aralık 2013 Pazartesi

elveda



kaybettiklerim var içerden

devri alemi hüzünlendiren hikayeler

tılsımsız gelir oldu

odaklanamıyorum

kendi hikayemden

sızlayan yerlerim var

ağrılarım sıradanlaştı

gittikten sonra bilinsin

bu insan

gülmeye namüsait bir cehre ile

dolaştı

sahte geldiyse tebessümlerim

yadırganmasın

üzmemek

tek maksattı


9 Aralık 2013 Pazartesi

çeviri deneme

bir parçası olmak için yırtarken bir yerlerimi
bilmem kaç defa hak verilesi buldum seni
sana sesleniyorum Simon sana
vazgeçmeli mi yani
sormazlar mı adama iyi hoşta hani
sen niye içindesin bu Prusyanın
yoksa sende içeriden yırtanlardan mısın malum yerlerini
değiştirebilmek için kendi evini
***Böyle bir şiir yazacağım aklıma bile gelmezdi ama ne derler bilirsiniz; şairin ne yazdığına değil nasıl yazdığına bakılır! Çevirisinde hatam olmadığını ümit ederek sunduğum "varsa affola, çekinilmeden düzeltile" sıcak servis bir yazılı şiir.
What Is the Institutional Form for Thinking?

Academic institutions are unavoidable.  Institutions are unavoidable.  My discipline, philosophy, has always been a school discipline, beginning with Plato’s Academy, Aristotle’s Lyceum, but also the hugely important example of Epicurus’s Garden.  Such schools are institutions of an informal kind, usually organized around a charismatic master and devoted to the transmission of the master’s teaching to the pupils. 

The model is discipleship and the purpose of the institution is

the production of disciples.  This model, which Jacques Lacan 

calls “the master’s discourse,” is easy to criticize, but what is 

interesting about these philosophical schools is their small-

scale, autonomous nature and their commitment to teaching. Plato’s dialogues were not written

as research projects, but as ways of extending the audience for a teaching.  For me, what the 

humanities can offer is an experience of teaching, where teaching becomes the laboratory for 

research.  But I will come back to this later.
            
As a philosopher, I am concerned with thinking, with thinking about all sorts of things, with thinking as creatively, clearly, and rigorously as possible.  Nothing should be alien to a philosopher.  The question is: what is the form of thinking?  Well, at one obvious level, it is what appears to take place in your head, in the articulation of concepts.  But what is the collaborative form for thinking, or the institutional form for thinking?  That is the question.
           

My worry is that I do not think that the university, 

particularly the state university, is the right form for collaborative thinking.  

The university in its modern form is a largely German, Humboldtian, 

nineteenth-century invention, with its pyramidical hierarchy and its 

division into disciplines, with professors in chairs and varieties of 

submissive assistants kissing the hems of their academic gowns.  It is 

beautifully and properly Prussian. 

Simon Critchley

Düşünmede kurumsal biçim nedir?

Akademik kurumlar kaçınılmazdır. Dahası kurumlar kaçınılmazdır. Plato’nun Akademisi, Aristo’nun Lykeion’u 1 ve bu alanda çok önemli bir yeri olan Epikür’ün Bahçesi’nde2 başlayan benim disiplinim; felsefe, her zaman bir okul disiplini olmuştur. Bu okullar gayrı resmi kurumlardır, etkileyici bir öğretmen etrafında dönerler ve kendilerini öğrencilerine yüksek bir eğitim vermek için adarlar. Eğitim tarzı ustadan çırağa şeklindedir ve amaçları yeni çıraklar ortaya çıkarmaktır. Jacques Lacan3 tarafından “Ustanın Söylemi” olarak adlandırılan bu modeli eleştirmek kolaydır ancak bu felsefi okulların asıl ilginç olan tarafları küçük ölçekli olmaları, özerk yapıları ve öğretimlerine bağlı olmalarıdır. Platon’un söylemleri araştırma projesi olarak yazılmadı ancak öğretimde seyirciye uzanan bir yol gibi görüldü. Bana göre, öğretimin araştırma laboratuarına dönüştüğü noktada insanlık bize bunun deneyimini sunabilir. Fakat bu konuya sonra döneceğim.

Bir filozof olarak düşünmenin her çeşidiyle;  yaratıcı, açık düşünmeyle ilgileniyorum. Ve bu işi mümkün olduğunca titizlikle yapıyorum. Bana göre, hiçbir şey bir filozof için yabancı olmamalıdır. Sorun şu; düşünme biçimi dediğimiz şey nedir?  Buna verilecek en açık yanıt; kafamızın içindeki o kavramlar boğumunda nelerin, nasıl döndüğüdür.  Peki, o zaman, düşünmede ortak biçim nedir, kurumsal biçim nedir?  İşte asıl soruna şimdi temas ettik.

Açıkçası üniversitelerin, özellikle de devlet üniversitelerinin ortak düşünmede olmaları gerektiği yerde olduklarına inanmıyorum ve buna üzülüyorum. Bugünün modern üniversitesi; hiyerarşik ve disipliner yapısı, masa başı profesörleri ve onların akademik cüppelerini yalayan itaatkâr asistanlarıyla bir 19. yy buluşu, ağırlıklı Alman ve Humboldtian4 bir yapıdır. Tam bir Prusyalı.

1)      Aristo’nun Lykeion’u: Lykeion (grek: Λύκειον, Lykeion; latin: Lyceum,)Aristo; M.Ö. 340'ta Büyük İskender'in yanından Atina’ya döndüğünde Akademia'nın başına getirilmemesi üzerine, şehrin yakınında kendi okulu olan Lykeion’u kurdu. Atina'da şehir merkezine fazla uzak olmayan bir mesire yerinin adı olan Lykeion Aristo'nun ilk derslerini burada vermesi üzerine okulun adı olarak anılmaya başlanmıştır. Kutsal orman anlamına gelen Lykeion aynı zaman da Tanrı Apollon'un sıfatlarından biridir ve kurtlardan koruyan manasına da gelir. Lykeion; Bilinen ilk lise olarak kabul edildiği gibi bu günkü Lise kelimesinin de atasıdır.
2)      Epikür’ün Bahçesi: Epikür(341-270) satın aldığı bahçede öğrencileriyle birlikte yaşadı. Epikurosçuların bu bahçede bir araya geldiği söylenir. Bu yüzden bunlara "bahçe filozofları" da denir. Bahçenin girişinde şu sözlerin yazılı olduğu bir tabela olduğu da söylenir; "Ey yabancı! Burada mutlu olacaksın. Burada haz en üstün iyiliktir."
3)      Jacques Lacan: (1901-1981) Fransız psikiyatr, felsefe adamı, yazar.

4)      Wilhelm von Humboldt: (1767-1835) Almanfilozof, dilbilimci ve devlet adamı. Berlin Üniversitesi'nin kurucularındandır (bugünkü Humboldt-Universität zu Berlin).

8 Aralık 2013 Pazar

Kendi olma savaşı


Kafası karışık bir şekilde gezindi saatlerce. Bir türlü karar veremiyordu; kimi dinlemeli, kimi hiçe saymalıydı? Beklentilerin farkındaydı. En çokta o kahrediyordu zaten. Beklentiler... Beklentiler demek; anne demekti, baba demekti, ağabey demek, amca, dayı, hala, teyze, komşu, mahalle ve hatta toplum demekti. O kadar çoklar ki insan nefes alamıyor. Hiçe sayılmak için oldukça büyük ve kalabalık bir topluluk doğrusu. Sırtını bu denli önemli bir kitleye dönerek mutlu olabilir miydi insan? 


Hayaller... Bitmeyen ve bitirilmek istenmeyen hayaller. Peşinden koşturmak istenen, içinde yaşanmak, yaşlanmak istenen hayaller. Kimi tamirci kızını balerin yapar, kimi mühendis oğlunu esnaf... Kurucusunun sahip olduğu realiteler onunla çelişiyorsa gerçekleşmesi zor olan şeyler, hayaller... Ya realitelerin tamamı bir çırpıda beyindeki o sismik etkilerini kaybedecek şekilde silinmeliydi ya da o gerçekliklerin emrivaki beklentilerine boyun eğilmeliydi. Peki söyle hayallerine sırtını dönerek, bir nevi köleleşerek mutlu olabilir mi insan?


Ölürken, son nefesinde hangisi mutlu edecek seni? Çocuklarına bıraktığın banka hesabın ve evler mi? Yoksa hayallerini yaşamış olmak mı? Kendi realitelerini oluşturup doğuştan adapte edilmişlerden kurtulmuş olmak mı?

25 Kasım 2013 Pazartesi

duman



Kuzey Amerika'da çorak bir araziyi gören tepe bir noktada sırtını dayamıştı koca bir kayaya bir Kızılderili. Elinde yeni sarılmış tütün yapraklarından cigarası, kafasında on beş kartal tüyünden oluşan şapkası vardı. Ayinin ortalarına varmıştı ki inceden bir gürültü gelmeye başladı kulağına. Ses gittikçe yaklaşıyor, Kızılderili ürperiyordu. Sağa sola bakınırken çorak arazinin sonundaki toz bulutunu fark etti. Toz bulutu yaklaştı yaklaştı ve yaklaştı. Derken tiz sesli bir gürültü ve hemen ardından yanında ki kayadan bir kıvılcım çıkıverdi. Neler döndüğünü anlayamadı bir türlü. Ruhu şad olsun iyi adamdı. Mirasına sahip çıkılıyor çok şükür.

Amerikan Yerlileri (Kızılderililer) Avrupalılar kıtaya gelmeden önce tütün kullanmaktaydılar. İlk Avrupalı yerleşimciler tütün içmeyi kızılderililerden öğrenerek tütünü daha sonra gittikçe popüler olacağı Avrupa'ya taşıdılar. Amerikan Yerlileri arasında tütün eğlence amacıyla değil ayinlerinde ve ancak deneyimli şamanlarınca dini gerekçelerle kullanmalarına karşın Avrupalılar tütünü eğlence ve vakit geçirme amacıyla yaygınlaştırdılar.

Bugün herkes keyfimden içiyorum zannediyor ya tütünü; keyfimden değil biline. Şamanlık var biraz. Ben oldum olası kendimi Avrupalı gibi hissetmedim zaten. Daha çok Kızılderililere yakın hissetmişimdir. Kendimce ayin yapıyorum canım anlayın işte. Yoksa siz kahve, sigara bende zevk işidir mi sandınız. Keder falanda yok öyle. Baksanıza her şey güllük gülistanlık. Kimin derdi var ki benim ola.


Dumanlıysam ayindeyim biline...



22 Kasım 2013 Cuma

kaçış

kulağımda nahoş kahkahaları

kadınlar...

sevemediklerim

ve absürt gülüşmeleri

örtbas etmeye çalışıyor

içimdeki müzikleri

yok ediyorlar

çocukluğumdan beri koruduğum

mavilikleri


16 Kasım 2013 Cumartesi

Orientalist hisler

tüm maddiyatıyla önümüze serilmiş koca dünya

zenginliğimiz bu demedik, aldanmadık sana

merak etme biliyoruz sakladıklarını

çabamız inan elde etmek onları

ha belki inanlarımız olmuştur sana

kör etmiş olabilirsin bir kaç gözü beşerinin

ama yaşayanlarımız da fazla

kör olmuş gözleri gerçek kıymetli için

insanlık, sevgi ve aşk için


10 Kasım 2013 Pazar

Behçetin izinde

Duygularınla yaşayıp yargılanmayı

duygusuzluklara göz yumup alkış tutmaya tercih etmeli 

Bir fincan kahve ve bir Anadolu türküsü

Buluşurlardı Nazımlar sofrasında 

Abasıyanıklar masasında

belki bir kadeh rakıdan evvel, belki sonrasında

Onlar düşmediler bizim gibi karaktersiz 

çıkamadılar bir o kadar zengin

Çoğu cebi boş gitti ve hatta vatansız

Necatigil "bütün dostlarınız sizi yanlış tanıdı" diyor ya 

bizden değildi kasıt, kastı kendinden 

Anlatamadı kimselere derdini, anlayamadılar

Şairler mühimdir dostum, şaire kulak ver

Seni ara onda, onu anla onda

6 Kasım 2013 Çarşamba

Duman

İçten bir of çektim

Sonra sigara

Hani bu sefer ben kazanacaktım


Vazgeçemedim bak yine huyumdan



16 Ekim 2013 Çarşamba

Sessiz anlatılar

sağır sevdalara tutulmalıyız

zira dilimle anlatabileceğim bir şey değil bu

gözlerimden anlamalısın beni

gözlerinden anlamalıyım seni

evet evet inan sağır sevdalar en iyisi

zira sevgi sözleri çok sıradan

duyulası değil

ne manası bendeki mana

ne fonetiği kalbimin ritmi

ama sağır sevdalar öylemi


18 Eylül 2013 Çarşamba

Sıradan

Giyer insanlar smokinler ve tuvalet

Kimi de örter bedeni sıradan

Aslında herkes aynı şeyi arar

Zira duygular benzer, sıradan

Kimi zengin, kimi fakir

Hisler aynı

Kimileri sıradan

Arzular terk edip sakinleşince beden

Kalır duygular çıplak

Olur, olmalı herkes sıradan

Deyimler türer o vakit

Derler gönül bu ota da konar

Oysa olmuştur iki gönül bir samanlıkta

Anlamaz çoğu ama aslında buda sıradan

Yolun sonuna yaklaşmadan

Niye idi bu seyahat diye sormaz onlar kendine

Son nefeste anladıkları zaman

Ölecekler herkes gibi sıradan

Hiçbir şey koymayacak daha fazla


Gönüldeki o yaradan


...

ara ara

geçip giden

koca tren

söylesene

sıkılmadın mı sen

bu sıradan

tek düze

ilişkiden

yıllardır

çabalar durursun

hep görürüm

elde ettiğin ne

şöyle bir dön

bak kendine

yaşlandın

yıprandın

taşıdın sırtında

milyonları

taşıdın da

eline ne geçti

sırtındaki hangi yük

sana

sevgi ve şefkat verdi

gel

seninle

bir anlaşma yapalım

senin istediğin

bir yerde

kucaklaşalım

ikimizde

sevgi

şefkat yoksunu

bırakalım

her şeyi arkada

kucaklaşalım


ortada


8 Eylül 2013 Pazar

Kazanılacak bir şey yok

sonunda çıplak bir bedenle

terk edeceksek bu gemiyi

neden hunharca kıçımızı yırtıyoruz

üstüne basmak için bir diğerinin


Masumiyetin güzelliği

yavruyken sevilmeli tüm yaratıklar

çıkarları yokken dünyadan

boncuk gibi parlarken gözleri saflıkla

yavruyken sevilmeli insanlar

gözleri ve sözleriyle kaçmazken

günahsız ve bihaberken riyakarlıktan

sevilmeli tüm canlılar


Karamsarlığın isyankarlığı

milyarların içinde yalnızlık

metrelerle ölçülen mesafeler

kilometrelerce yol bana

insanlık kokmuş ve kokuşturulmuş

herkes bir markanın bedava mankeni adeta

fikirleri hür, özgür ruhlu mu bu insanlar

yoksa ben miyim karamsarlık bağnazı

ah yanlışlarla geçirilmiş geçmişim

ben mi yarattım seni

yoksa hazıra mı kondum söyle


4 Eylül 2013 Çarşamba

Carpe Diem

Kim bilir

Daha nice ahiret vari günler göreceğiz

Maviliklere sürecek yelkenlerimiz bile olmayacak

Kim bilir

Günün hassasiyeti üstün mü bir başka güne

Yoksa tartsak bir terazide

Kim bilir

Belki her gün aynı değerde

Sıkılacak şeyler aramaklı mı gözlerimiz

Yoksa güleni yok mu halimize

Kim bilir

Belki ağlarken kendimizi kaçırıyoruz yaşamaktan

Ve sevmekten delice


2 Eylül 2013 Pazartesi

Edilmemiş küfürler

ünvanları yapıştırılmış varlıklar

odamın önünde fark ediyorum aş verenimi

bende ani bir toparlanış

saygıdan değil kaybetme korkusundan

geri dönerken bana bakıyor

sahte ve bir o kadar çirkin tebessümlerdeyim

bunu yaptıktan sonra

kafamı lağıma sokmuş gibi hissediyorum

bir çeşit yalan söyleme biçimi aslında

içim saydırırken dışım çiçek edalarında