16 Aralık 2013 Pazartesi

elveda



kaybettiklerim var içerden

devri alemi hüzünlendiren hikayeler

tılsımsız gelir oldu

odaklanamıyorum

kendi hikayemden

sızlayan yerlerim var

ağrılarım sıradanlaştı

gittikten sonra bilinsin

bu insan

gülmeye namüsait bir cehre ile

dolaştı

sahte geldiyse tebessümlerim

yadırganmasın

üzmemek

tek maksattı


9 Aralık 2013 Pazartesi

çeviri deneme

bir parçası olmak için yırtarken bir yerlerimi
bilmem kaç defa hak verilesi buldum seni
sana sesleniyorum Simon sana
vazgeçmeli mi yani
sormazlar mı adama iyi hoşta hani
sen niye içindesin bu Prusyanın
yoksa sende içeriden yırtanlardan mısın malum yerlerini
değiştirebilmek için kendi evini
***Böyle bir şiir yazacağım aklıma bile gelmezdi ama ne derler bilirsiniz; şairin ne yazdığına değil nasıl yazdığına bakılır! Çevirisinde hatam olmadığını ümit ederek sunduğum "varsa affola, çekinilmeden düzeltile" sıcak servis bir yazılı şiir.
What Is the Institutional Form for Thinking?

Academic institutions are unavoidable.  Institutions are unavoidable.  My discipline, philosophy, has always been a school discipline, beginning with Plato’s Academy, Aristotle’s Lyceum, but also the hugely important example of Epicurus’s Garden.  Such schools are institutions of an informal kind, usually organized around a charismatic master and devoted to the transmission of the master’s teaching to the pupils. 

The model is discipleship and the purpose of the institution is

the production of disciples.  This model, which Jacques Lacan 

calls “the master’s discourse,” is easy to criticize, but what is 

interesting about these philosophical schools is their small-

scale, autonomous nature and their commitment to teaching. Plato’s dialogues were not written

as research projects, but as ways of extending the audience for a teaching.  For me, what the 

humanities can offer is an experience of teaching, where teaching becomes the laboratory for 

research.  But I will come back to this later.
            
As a philosopher, I am concerned with thinking, with thinking about all sorts of things, with thinking as creatively, clearly, and rigorously as possible.  Nothing should be alien to a philosopher.  The question is: what is the form of thinking?  Well, at one obvious level, it is what appears to take place in your head, in the articulation of concepts.  But what is the collaborative form for thinking, or the institutional form for thinking?  That is the question.
           

My worry is that I do not think that the university, 

particularly the state university, is the right form for collaborative thinking.  

The university in its modern form is a largely German, Humboldtian, 

nineteenth-century invention, with its pyramidical hierarchy and its 

division into disciplines, with professors in chairs and varieties of 

submissive assistants kissing the hems of their academic gowns.  It is 

beautifully and properly Prussian. 

Simon Critchley

Düşünmede kurumsal biçim nedir?

Akademik kurumlar kaçınılmazdır. Dahası kurumlar kaçınılmazdır. Plato’nun Akademisi, Aristo’nun Lykeion’u 1 ve bu alanda çok önemli bir yeri olan Epikür’ün Bahçesi’nde2 başlayan benim disiplinim; felsefe, her zaman bir okul disiplini olmuştur. Bu okullar gayrı resmi kurumlardır, etkileyici bir öğretmen etrafında dönerler ve kendilerini öğrencilerine yüksek bir eğitim vermek için adarlar. Eğitim tarzı ustadan çırağa şeklindedir ve amaçları yeni çıraklar ortaya çıkarmaktır. Jacques Lacan3 tarafından “Ustanın Söylemi” olarak adlandırılan bu modeli eleştirmek kolaydır ancak bu felsefi okulların asıl ilginç olan tarafları küçük ölçekli olmaları, özerk yapıları ve öğretimlerine bağlı olmalarıdır. Platon’un söylemleri araştırma projesi olarak yazılmadı ancak öğretimde seyirciye uzanan bir yol gibi görüldü. Bana göre, öğretimin araştırma laboratuarına dönüştüğü noktada insanlık bize bunun deneyimini sunabilir. Fakat bu konuya sonra döneceğim.

Bir filozof olarak düşünmenin her çeşidiyle;  yaratıcı, açık düşünmeyle ilgileniyorum. Ve bu işi mümkün olduğunca titizlikle yapıyorum. Bana göre, hiçbir şey bir filozof için yabancı olmamalıdır. Sorun şu; düşünme biçimi dediğimiz şey nedir?  Buna verilecek en açık yanıt; kafamızın içindeki o kavramlar boğumunda nelerin, nasıl döndüğüdür.  Peki, o zaman, düşünmede ortak biçim nedir, kurumsal biçim nedir?  İşte asıl soruna şimdi temas ettik.

Açıkçası üniversitelerin, özellikle de devlet üniversitelerinin ortak düşünmede olmaları gerektiği yerde olduklarına inanmıyorum ve buna üzülüyorum. Bugünün modern üniversitesi; hiyerarşik ve disipliner yapısı, masa başı profesörleri ve onların akademik cüppelerini yalayan itaatkâr asistanlarıyla bir 19. yy buluşu, ağırlıklı Alman ve Humboldtian4 bir yapıdır. Tam bir Prusyalı.

1)      Aristo’nun Lykeion’u: Lykeion (grek: Λύκειον, Lykeion; latin: Lyceum,)Aristo; M.Ö. 340'ta Büyük İskender'in yanından Atina’ya döndüğünde Akademia'nın başına getirilmemesi üzerine, şehrin yakınında kendi okulu olan Lykeion’u kurdu. Atina'da şehir merkezine fazla uzak olmayan bir mesire yerinin adı olan Lykeion Aristo'nun ilk derslerini burada vermesi üzerine okulun adı olarak anılmaya başlanmıştır. Kutsal orman anlamına gelen Lykeion aynı zaman da Tanrı Apollon'un sıfatlarından biridir ve kurtlardan koruyan manasına da gelir. Lykeion; Bilinen ilk lise olarak kabul edildiği gibi bu günkü Lise kelimesinin de atasıdır.
2)      Epikür’ün Bahçesi: Epikür(341-270) satın aldığı bahçede öğrencileriyle birlikte yaşadı. Epikurosçuların bu bahçede bir araya geldiği söylenir. Bu yüzden bunlara "bahçe filozofları" da denir. Bahçenin girişinde şu sözlerin yazılı olduğu bir tabela olduğu da söylenir; "Ey yabancı! Burada mutlu olacaksın. Burada haz en üstün iyiliktir."
3)      Jacques Lacan: (1901-1981) Fransız psikiyatr, felsefe adamı, yazar.

4)      Wilhelm von Humboldt: (1767-1835) Almanfilozof, dilbilimci ve devlet adamı. Berlin Üniversitesi'nin kurucularındandır (bugünkü Humboldt-Universität zu Berlin).

8 Aralık 2013 Pazar

Kendi olma savaşı


Kafası karışık bir şekilde gezindi saatlerce. Bir türlü karar veremiyordu; kimi dinlemeli, kimi hiçe saymalıydı? Beklentilerin farkındaydı. En çokta o kahrediyordu zaten. Beklentiler... Beklentiler demek; anne demekti, baba demekti, ağabey demek, amca, dayı, hala, teyze, komşu, mahalle ve hatta toplum demekti. O kadar çoklar ki insan nefes alamıyor. Hiçe sayılmak için oldukça büyük ve kalabalık bir topluluk doğrusu. Sırtını bu denli önemli bir kitleye dönerek mutlu olabilir miydi insan? 


Hayaller... Bitmeyen ve bitirilmek istenmeyen hayaller. Peşinden koşturmak istenen, içinde yaşanmak, yaşlanmak istenen hayaller. Kimi tamirci kızını balerin yapar, kimi mühendis oğlunu esnaf... Kurucusunun sahip olduğu realiteler onunla çelişiyorsa gerçekleşmesi zor olan şeyler, hayaller... Ya realitelerin tamamı bir çırpıda beyindeki o sismik etkilerini kaybedecek şekilde silinmeliydi ya da o gerçekliklerin emrivaki beklentilerine boyun eğilmeliydi. Peki söyle hayallerine sırtını dönerek, bir nevi köleleşerek mutlu olabilir mi insan?


Ölürken, son nefesinde hangisi mutlu edecek seni? Çocuklarına bıraktığın banka hesabın ve evler mi? Yoksa hayallerini yaşamış olmak mı? Kendi realitelerini oluşturup doğuştan adapte edilmişlerden kurtulmuş olmak mı?